T.C. Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ Konuşması

T.C. Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ Konuşması

 

İktisadi Araştırmalar Vakfı çok Değerli Başkanı, Yönetim Kurulu Üyeleri saygıdeğer İş adamları saygıdeğer Öğretim Üyesi arkadaşlarım , sevgili gençler,beyefendiler hanımefendiler hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Bize bu imkanı veren İktisadi Araştırmalar Vakfına teşekkür ediyorum. Çok kısa bir süre içerisinde mümkün olduğunca açık bir şekilde mevcut Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin değişiklik teklifinin Türkiye Ekonomisi üzerinde ne tür etkileri olabilir bunlarla ilgili genel çerçevemizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle İktisadi Araştırmalar Vakfı benimde  uzun yıllardır yakinen tanıdığım salona girdiğim zamanda arkadaşlarımızın önemli bir kısmını tanıdığım bir topluluk Türkiye’de ekonomik hayatına büyük katkılar veren, büyük katkılar sunan bir Vakfımız bugüne kadar Ahmet Hoca’nın biraz da  kendi kişiliğiyle iyice mütevazileştirdiği o mütevazi çalışmalarıyla çok önemli katkılar sunmuş olan vakfımızda emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Böyle bir vakfın sürekli bir şekilde çalışmalarını devam ettirebilmiş olması başlı başına bir başarıdır. Biz de maalesef bu tür çabalar başlar ve kısa süre içerisinde sonlanır. İktisadi Araştırmalar Vakfı bunun dışında uzun yıllar devam eden Türkiye’nin ekonomisi ve bilimsel araştırmalar kalkışmasına zaman zaman gerçekleşen toplantılarla da Türkiye Ekonomisinde ki gelişme ve değişme trendlerini  yakalayabilmiş vakfımızdır.

Bu konuşamadan sonra İktisadi Araştırmalar Vakfına ödül vereceğimiz arkadaşları tebrik ediyorum. Bu ödülleri almış olan arkadaşlar sadece temsilen yani araştırmacılara ve tez hazırlayan gençlerimize temsilen olduklarını bilmeleri gerekir. Başarılarının devamını temenni ediyorum. Değerli dostlar Türkiye önemli bir halk oylamasıyla daha karşı karşıya, Türkiye’de inşallah 16 Nisan’da Türkiye tarihi bir dönüm noktasını daha geride bırakacak ve güçlü bir Türkiye istikametinde önemli bir adım atmaya daha doğrusu bu adımları kuvvetlendirerek koşar adım ilerlemeyi sürdürecektir.

Öncelikle şunun altını çizmek isterim ki anaysa değişiklikleri gibi konular  herhangi bir siyasi partinin istenildiği için gündeme gelmez. Hangi siyasi parti olursa olsun siyasal gücü ne kadar kuvvetli olursa olsun parlementodaki gücü ne kadar etkili olursa olsun, isterse ülkenin bütün televizyon kanalları elinde olsun bütün medya araçları elinde olsun üniversiteler vs. etkiliye bildikleri çok sayıda araştırma merkezleri olsun, anayasa değişikliği gibi önemli bir konuyu sadece bir tek siyasi görüş gündeme getiremez. Anayasa değişiklikleri , Anayasa değişim paketleri toplumsal taleplerin tesadüfü olarak ortaya çıkar.Ben dahil olmak üzere bu salonda bulunan birçok kişi Türkiye’nin 1982 anayasa’nın kabul edildiği günden itibaren anayasa değişikleri ile ilgili yüzlerce tartışma ortamında bulunmuş binlerce söze şahit olmuş bu anayasa değişmelidir ,bu anayasa’nın  şurası değiştirmeli gibi teknik ve temenniler de bulunmuş insanlarız. Bunlar zaman zaman siyaset alanında gündeme gelmiş ama en azından 1982 anayasasının kabul edildiği günün ertesinden itibaren bu tartışmalar hiç eksik olmadı. Başkanlık sistemi Cumhurbaşkanlık vs birçok meselelerde hele ki 80’li yılların başından itibaren de Türkiye’nin gündeminde olmuştur. Şimdi böylesine bir toplumsal dönemin olduğu bir noktadayız. Bir anayasa değişiklik parlementodaki partilerin 339 milletvekilin oyu ile kabul edildiği 16 Nisanda ’da nihayet son sözü söyleyecek olan yegane karar ve söz merceği olan milletimizin tasvip ine sunulmuştur. Temenni ederiz ki çok yüksek oranda evet oyu alarak desteklenerek halkımız tarafından tepki görecektir. Yani Türkiye’de ilk defa anayasa değiştirmiyoruz. Bu sadece 82 anayasanın 18. Ve 19. değişikliğidir.

Şu anda gündeme gelen sadece bir yönetim değişikliği değil teknik bir düzenlemedir. Maalesef bazılarının gündeme getirdiği gibi rejim değişikliğiyle ilgili bir mesele değildir. Eğer rejim değişikliğinden bahsediyor olursak o rejimi yani o devletin yönetildiği sistemde egemenliğin nasıl kullanıldığı ve egemenliğin kime ait olduğu ile ilgili bir tartışmayla gündeme gelmesi gerekir. Egemenlik bir şahsa ait olabilir bir aileye ait olabilir bu rejim değişikliği ile ilgilidir ama egemenlik kayıtsız şartsız milletinse ve bunun üzerinde en fazla tereddütle söz konusu değilse burada rejim değişikliğinden bahsetmek konuyu anlamamak ya da yanlış anlatmak demektir. O an sadece teknik üzerine yönetim sisteminin değişimini gerçekleştirmektir. Türkiye’nin rejimi bellidir. Türkiye demokratik laik sosyal hukuk olan bir cumhuriyettir. Ve bu cumhuriyetin rejimi ile ilgili en ufak bir değişiklik teklifi yoktur. Bu 18 Martta ki değişiklik  söz konusu değildir. Dolayısıyla böylesine bir süreçteyiz. Türkiye Ekonomisinin düzenlenmesi nasıl olacak bütün bunları da sizlerle birlikte gündeme almaya tartışmaya da devam edeceğim.

Ama müsaade ederseniz niye şimdi böyle bir zamanda Türkiye’nin bir yönetim değişikliğinin gereksinimi oldu. Yani nerden çıkardınız bu anayasa değişikliğini, bu anayasa değişikliğinin sırası mıydı diye bir takım görüşleri zaman zaman duyuyorum. Şimdi anayasa değişikliği yapmanın zamanı hem Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar, geniş coğrafyamızın siyasi şartları hem de dünya ekonomisinde ki çok hızlı gelişme trendleri Türkiye’nin  hızlı karar alabilen ve metin bir yürütme mekanizmasına sahip olmasından gurur duyuyorum.Türkiye’nin böyle bir yönetim böyle bir anayasa değişikliğine ihtiyacı var mı sorusu aslında mevcut bu yapının, bu sistemin hangi hastalıkları olduğunu anlamamız lazım.Yani mevcut tıkanan yerler neresidir.Eğer bu tıkanan yerleri açamazsak Türkiye’ye ne tür sıkıntılar olacak nasıl problemlerle karşılaşacak müsaadenizle bunları burada kısaca özetleyerek ekonomi muhtemel etkilerini sizlerle paylaşacağım.

Önce ben 4 nokta üzerinde durmak istiyorum. Mevcut sistemin  4 noktada ne kadar problemleri var. Birincisi Mevcut 1982’de ki anayasasıyla  oluşturulan  tablo çatışmacı ve vesaitçidir. Güçler çatışması düşüncesine oturtmalıdır. Sistem içerisinde ki siyasi görüşler ve konumlar arasında ve nihayetinde burada oluşacak çatışmaların topluma yayılmasıyla birlikte toplum içersindeki  çatışmalar üzerine kurulmuş bir yapıdır,bir sistemdir.

Bunun için geçmiş dönemlerde hem Cumhurbaşkanı ve başbakanları arasında hem hükümet parlementoları arasında hem hükümetler anayasa mahkemesi arasında çok sayıda tartışmanın çok sayıda çatışmanın Türkiye Ekonomisine ağır bedeller ödettiği bu çatışmacı ortamın Türkiye’yi maalesef bir ekonomik ve siyasi  krizlerin olduğu ortamlara sürüklediği bu salonda bulunan herkesin hafızasındadır. Ayrıca 12 Mart Darbesinden,28 Şubat darbesinden , 27 Nisan Elektronik muhtarasına kadar bütün yaşadığımız bu darbe teşebbüsleri Türkiye’nin üzerinde ağır bir rol oynamıştır. Bu faturalar maalesef yıllar boyunca ödediğimiz  faturalardır. Bu süreçlerin ortaya çıkmasının temel nedeni ise sistemin çatışma üzerine kurulu bir izlemin olduğudur. Sadece 12 Eylülde Türkiye’nin nasıl hale geldiğini hatırlarsınız.28 Şubat sürecinin nasıl ortaya çıktığı şartları hatırlarsanız ne demek istediğimi çok daha net olarak anlaşılır. Parlemento’ da 120 tur oylama sonucu Cumhurbaşkanını seçemeyen bir sivil iradenin olduğu meclis askeri, darbe yanlılarını ve onların arkasındaki güçlerin temsilcilerini harekete geçirmiştir.

Eğer 12 Eylül öncesinde siyasi irade mecliste bu sorunu çözebilecek güce sahip olsaydı böylesine önemli bir imkan ortaya çıkmışken bunu yapabilseydi hiç kuşkusuz 12 Eylül darbesi olmayabilirdi. Aynı şekilde 27 Nisan sürecini hatırlayın o süreçlerde mecliste 363 Milletvekili olmasına rağmen o zamana kadarda 363’te cumhurbaşkanı da mecliste seçiliyor olmasına rağmen Türkiye’nin vesaitçi yapısı maalesef 367 rakamını verdi Türkiye’de yeni bir süreç ortaya çıktı. Çok büyük bir kriz oluştu. O kriz Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesini sağlayan çok şükür olumlu bir sonuç vererek başarılı oldu. Ama eğer sistemin bu  vesayetçi yapısı olmasaydı, bu ve benzer krizlerin çoğu ile karşılaşmamız olmayacaktık ve Türkiye zaman kaybetmeyecekti. Yine bu salonda bulunan herkesi 12 Eylül o döneme ait istatistiklerini veriyoruz sadece rakamları bazen konuşturuyoruz. Siyasi sonuçları konuşuyoruz ama her bir darbenin, her bir krizin Türkiye’ye kaça mal olduğunu da hepimiz gayet iyi biliyoruz.

12 Eylül Türkiye’nin yüzde 10’nu çalıp götürmüştür.28 Şubat Türkiye’nin en az 5-6 yılını belki 10 yılını çalmıştır götürmüştür.Her alanda ekonomi alanında,siyaset alanında toplumsal alanında dolayısıyla sistemin bu çatışmatik yapısı bundan sonra sürdürülemez bu çatışmanın faturasına baktığınız zaman 1960 dan bu yana 68 farklı partiler kapatılmış.Başbakan idam edilmiş.Başbakanların altından zorla koltukları alınmış.Aylarca kurulamayan hükümet krizi ile karşı karşıya kalmıştır.Aylarca süren Cumhurbaşkanlık sistemi karşı karşıya kalmış.Siyasi yasaklarla Türkiye siyasetinin üstünde sürekli bir gölgeler oluşturulmuştur.Türkiye’de sağdan soldan askerler gencecik çocuklarl feda edilmiş.

70-80 arasındaki siyasi krizle birlikte istikrar dolayısıyla gencecik evladları bu ülkenin toprağını görmüştür. Uzatabilirsiniz  bu ağır faturanın nedeni istenilen sistemin vesayetçi yapısıdır.

Bir kere daha hatırlatmak bakımından söylüyorum Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı seçildiği süreci hepimiz hatırlıyoruz. Yani 363 parlementosunu meclisi seçmesine müsaade etmeyen grup vesaitçi yapı Necdet Sezeri bir günde toplumu önüne çıkardığı 5 tane cümle ortak noktası olmayan 5 partiyi siyasi partilerin genel başkanları bir masa etrafına nasıl getirildi ve ortak adayımız Necdet Sezer diyerek nasıl ikna etti.

Türkiye’de sistemin nasıl işlediğinin en güzel örneklerinden birisidir.1961 de rahmetli Ali Fuat  Başgil’in  Cumhurbaşkanı olmasına müsaade eden irade maalesef yıllar sonra Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde ortaya çıkmış ve Sayın Sezeri şahsi ile kişiliği ile değil sadece seçim töreniyle ilgili söylüyorum ve 5 parti bir araya gelerek ortak aday olarak benimsemiştir.

Buradan anladık ki Rahmetli Ecevit bile Sezer’in tanımamış bir anayasa kitapçığı fırlatma dolayısıyla büyük krizler Türkiye’de izleyip hep birlikte yaşadık. Türkiye’nin Ecevit faizleri %7500’e çıktığı bir dönemi yaşadık ve maalesef o dönemde yaşadığımız zamanların faturasını biz ancak 2011 yılında devlet olarak kurtulabildik. Bu birinci yapısı çatışmacı ve vesaitçi yapısıdır. Bu vesaitçi yapının zaman içerisinde kalkınma kurumları arasındaki tartışmalarla sürdüğünü hep birlikte biliyoruz. İkincisi kısa olsun diye bu şekilde geçiyorum. İkincisi yönetim çift  başlılığı, yönetimde çift başlılık sistemi en önemli konulardan birisidir. Bu yapı zaten çift başlı olarak sürdüğü ve vesaitçi sistemin sahipleri sistemi kontrol etsin diye  yani vesaitçi ve çift başlılık aslında birbirlerine etkileri arttıran iki unsur olarak 82 anayasasında kuruldu. Şimdi zaman zaman söylüyoruz Kenan Evren Paşa ve arkadaşları 104.madde den bahsediyor ya tek adımda 4.madde de dizayn edilmiş. Şu anki mevcut anayasanın içinde çok yüksek demokrasiyi kontrol eden parlementoyu kontrol eden isterse parlementoyu seçime yetkileri olan isterse parlementoyu seçime götürebilen 7 Haziranda olmadı mı çok yüksek mevkileri olan Cumhurbaşkanı ama öyle bir Cumhurbaşkanı ki hiçbir sorumluluğu yok. Sadece vatana ihanetten yargılıyorsunuz onunda nasıl olduğu belli değil. Olması ihtimali de hemen hemen sıfır. Bu konuyu hatırlatırken Kenan Paşa ve arkadaşları şöyle düşündüler bilmezlerdi ki bir gün Turgut Özal gelecek Cumhurbaşkanı olacak, bir gün bilemezlerdi ki Recep Tayyip Erdoğan çıkacak Cumhurbaşkanı olacak. Cumhurbaşkanları hep kendilerinden birisi olacaklarını düşündükleri için yani vesayetçi sistemi düşündüler generaller kendi istedikleri kişi ve sonraki emekli generaller, emekli yüksek yargıçlar Cumhurbaşkanı olacak zannettiler.104.maddenin özeti budur,ama şimdi sistem başka şekilde çalışmaya başladı.

Yönetimde ki çift başlılığın bu ülkeye ne ağır faturalar ödettiğini biliyoruz ayrıca vesayetçi olduğunu da biliyoruz. 1946 İnönü ve Recep Teker arasında ki kriz atamaları yüzünden ekonomik görüş nedeniyle TL, Dolar karşısında %16 oranında değer kaybetti cumhuriyet tarihimizin ilk devalüasyonu gerçekleşti.

İkinci bilinen kriz 1975 Fahri Korutürk ile Süleyman Demirel arasındaki kriz, Başbakan ve Cumhurbaşkanı uzun süre tartıştılar fakat bir çözümde anlaşamadılar kendileri hadi Kenan Paşayı başımıza getirelim dediler,  bu milletin başına iş açtılar.12 Eylül darbesine zemin hazırladılar.

Üçüncüsü ise 1991’de Özal’la, Yıldırım arasındaki kriz, Bu az bilinen ama Türkiye’nin tarihinde ki en etkili krizlerden birisidir. Konu körfez harbi sırasında rahmetli Özal’ın Misakı-Milli teklifi, Amerika Irak’a müdahale etmiş ortalık tam toz duman içerisinde Misakı-milliyi koruyalım diye teklifte bulunmuştu. Yıldırım Akbulut’ta  rahmetli Özal’ın elinden tutup getirdiği %100 kendi iradesiyle yaptığı Başbakan Sayın Akbulut maalesef generallerle birlik olarak körfez savaşı sırasında Türkiye’nin Misak-ı Milli iradesi konusunda büyük engel teşkil etmiştir.Çok açık söylüyorum eğer Türkiye o gün Musul Kerkük meselesinde Özal yönetimde çift başlılık olmasa ve kendisi yapabilmiş olsaydı bugün dersiniz ki terör örgütü Suriye’nin ve Irak’ın sınırında yerleşmezdi.Ama maalesef o zamanda ki çift başlılık bugün Türkiye’ye çok ağır bir fatura olarak görünüyor.

1992 Çillerle Turgut Özal’ın arasında ki kriz Demirel ilk andan Turgut Özal’ın bunu başkan olmasını istemedi onu orada enterne etmeye çalıştı ve büyük atamalarda ekonomik kararlarda sonuç alınamadı ve bu krizlerle Türkiye büyük zaman kaybetti. Yani kısacası Türkiye bunları gördü.

16 Eylül’ün Türkiye için hayırlı bir hedef doğuracağını düşünüyorum. Türkiye’ye çok büyük imkanlar açacağını düşünüyorum tek başına referandumun olması ümidiyle Allahın izniyle Türkiye demokrasisinin büyük katkılar sunacağını düşünüyorum. Bundan sonra sözde karar da milletindir. Hepinize saygı ve selamlarımı sunuyorum.Çok teşekkür ederim.

İktisadi Araştırmalar Vakfı. Tüm Hakları Saklıdır.